varoluş edebiyatı.

yaklaşık bir yıl kadar önce bir gönderide, çevremdeki insanlarla kafa açmalık sohbet etmek için ‘tahminen hiç birimiz olduğumuzu zannettiğimiz kişi değiliz. egoistin tekiyiz.’ demiştim. kimseden ses çıkmadı. hiç kimse inkâr edip, özeleştri yapmaya yanaşmadı. var-oluşun / buraya kadar nasıl gelişin / biz şu anda ne yapıyoruz-un muhasebesini kendi kendime yapmaya devam ettim. günler, haftalar, aylar derken bir yıl bitmek üzere. varoluş sorgusunun çok küçük bir kısmını bitirdim. bu süreç çok kolay olmadı elbette. duygusal/arkadaşlık gibi bir çok ilişkide işin ‘hüzün’ tarafını seçmem gerekti. ait olmadığınızı hissetiğiniz yerde var olmak istemezsiniz. ilk insanlık tarihinden beri böyle; sapiens, ait olmadığı yerde durmaz. avcı-toplayıcı bi ırkın kuzenleri olarak şuan bu koca şehirde ne yapıyoruz ? bu nasıl bir evrim…? kendi yaşam şartlarımızı bu konuma nasıl getirdik ? doğada yaşamak varken bu koskocaman hapishanede ne işimiz var ? çevremizdekilere, sahip olduğumuz eşya-nesne-maddeler ile ilgili gösteriş yapıp yaşadığımız hayatın güzel kısımlarını sunarak neyi amaçlıyoruz ? bu sorular böyle uzayıp gider. asıl ve en büyük sorun; neden buna ihtiyaç duyduk ? kalabalık toplumları din olmadan da dizginleyemez miydik ? iyi bir insan olmamız için gözümüzün korkutulması mı gerekiyordu ? dna’larımız da hâlen avcı toplayıcılık varken bu kötü tasarımlı beton evlerin içinde oturup bu kirliliğe maruz kalmak ne acı verici. içgüdülerimiz bize hep mutlu olmamız gerektiğini söylüyor. bizde fiziksel olarak bunu uygulamak zorundayız. çünkü evrim hâlen devam ediyor… 15 20 yıl sonra bu yazıyı okuyabilecek bir durumda olursak, detaylar insanlara çok komik gelecek. çünkü ‘insanlar’ gittiği heryeri mahvediyor. kalabalık bir toplum nereye gelirse orası kalabalığın istediği gibi evriliyor. 2012 yılının son aylarında instagram hesabı açtığımda kendi fotoğrafını paylaşmak pek hoş karşılanmazdı. ve insanlar kolay kolay bi fotoğrafa yorum yazmazdı. kalabalık geldi, id ego dediğimiz alt benlik devreye girdi ve orası resmen samimiyetsiz yorumlar, kalitesiz fotoğraflar, ve profil de yüzlerce kelle fotoğrafıyla doldu. geldiler, bitirdiler, gidiyorlar… bende evrim geçirdim kısmen bu kalabalığa uydum, kendimi ispat etme tribiyle bir çok fotoğrafımı paylaştım. çok gereksiz olduğunu daha yeni anlıyorum. kademe-kademe yoluna koyacağım. süreç tamamlandığında eminim daha mutlu birisi olacağım. 🙂 tekrardan insanlara dönelim; daha neleri katlettik ? bu faciadan en fazla payı şüphesiz duygularımız aldı… resmen katledildik. herkes o kadar kalabalık ki sen hayatında yok isen, senin alternatifin bir sürü genco var. bişeyleri ‘gerçek’ anlamda yaşamak için herşeyini tüketiyorsun. bu süreç böyle devam edince doğal olarak bütünlük bozuluyor, samimiyetsiz, laçka ve sadece çıkar üzerine kurulu ilişkiler ortaya çıkıyor. ne şarkının anlamı kalıyor, ne de güzel sözün… bi de bu yanaktan, bam bam bam.

bilmek-farkında olmak da kötü; farkında olup hiç birşeyi değiştirememekte. nerden baksan tutarsızlık. ya sisteme boyun eğip popüler kültür için ‘oyuna devam’ diyeceğiz, ya da içi soru dolu yalnızlıklar… kararımız net olsun, tereddüt edersek üzülürüz. 🙂

05 ocak için…
sevgiler.